14 Nisan 2014 Pazartesi

EFENDİ


1- BITMEK BILMEYEN BULANIK SISLER, KARMAKARIŞIK GÖRÜNTÜLER VE SONSUZ ÇIĞLIKLAR ARASINDAN YÜKSEK VE SERT BIR SES DUYDU.

‘Eğil ve efendine itaat et!’
Gözlerini zorlukla araladı. Göz bebeklerine aniden saplanan paslanmaz çeliğin ışıltısıyla birden hatırladı. Bu bir filmdi. Filmde bir sahneydi. Kesinlikle öyleydi. Ama bu tüm vücudunu kaplayan keskin ve dayanılmaz acı…
Ne olursa olsun rolünü oynamalıydı. Hatta o kadar iyi oynamalıydı ki gören herkesin ağzı hayranlıktan açık kalmalı, gözleri yuvalarından fırlamalı, herkes onu konuşmalıydı. Bu, onun hayatının şansıydı. Berbat, rezil, zavallı, acınası ve yoksul hayatının…
Sahip olduğu tüm gücü sonuna kadar kullanarak efendisi için öne doğru eğildi ve oturduğu koltuktan sürünürcesine kalkmaya çalışırken zemindeki kan gölüne yuvarlandı. Sanki vücudunda var olan tüm kemikler kırılmış, tüm lifler kopmuş, tüm hücreler parçalanmıştı. Başındaki sarı peruk bir yana; siyah, topuklu ve şimdiye kadar giydiği en pahalı ayakkabılar başka bir yana fırlamıştı.
‘Geri zekâlı! Beceriksiz orospu! Kalk!’
Canı o kadar yanıyordu ki, bir de üstüne bunları duymak ruhunda ani bir fırtına yaratarak tüm dengesini bozdu. Yavaşça, hem pişmanlık hem de nefretle başını kaldırdı. Efendisinin gözlerinin içine baktı. Bir kaç kalp atımı süre sonra birden zihnine paslı bir bıçak gibi saplanan gerçeği anladı. Ağzından tükürürcesine tek bir kelime çıktı.
‘Pislik!’
Ve bu son kelimesi oldu.



2-İstiklal Caddesi’nin arka sokaklarından birinde, tavanından zeminine simsiyah döşenmiş, hard rock çalan bir barda, tek başına, ahşap bir bar taburesinde dördüncü birasını içmekte olan Ateş, sıkıntıyla içini çekti. Dövmeci Katil davasının üzerinden neredeyse üç ay geçmişti ve o zamandan beri doğru düzgün bir dava gelmemişti önlerine.
Başlarda zor ve gizemli gibi görünüp, birinde katilin akrabalardan, diğerinde ise tanıdıklardan biri olduğu iki basit dava çözmüşlerdi. Katilin kurbanın ailesinden, akrabalarından, tanıdıklarından veya arkadaşlarından biri çıktığı davalardan nefret ederdi. O zaman bir cinayet çözmüş sayılmazlardı; sadece katili ortaya çıkarmış olurlardı. Ateş’e göre ikisinin arasında dağlar kadar fark vardı.
Oflayarak başını sallayıp kalan birayı bir dikişte bitirdi ve bardağı sertçe ahşap bara koydu. Çıkan tok sesle birlikte zayıf, çelimsiz, ukala görünüşlü barmen başını kaldırıp aşağılayan gözlerle ters ters baktı. Ateş aldırmayarak ayağa kalktı. Uzun saçlı, deri ceketli, dövmeli motosikletçi tipler, her yeri piercingli, siyah giyinmiş simsiyah dudaklı kızlar, kafa sallayarak kendinden geçmiş çiftler ve hiçbir şeye aldırmadan tepinen gruplardan oluşan insan kalabalığını yararak tuvalete giderken kendini tamamen buraya ait hissetti. Burası dünyada insanın kendisi olabileceği nadir yerlerden biriydi. Burası saf gerçeklikti. Ve Ateş’e göre bir şey ne kadar kirli ve kötüyse gerçeğe o kadar benzerdi.
Tuvaletten dönüp taburesine otururken beşinci birasını söyledi. Barmenin doldurmakta olduğu birayı beklerken az önce bardağın durduğu altlığın üzerinde kırmızı kalplerle süslenmiş küçük bir hediye kutusu gördü. Kaşlarını çatarak baktı. Tanıdığı hiç kimse böyle aptal sürprizler yapmaz, böyle bir zevzekliğe kalkışmazdı. O zaman bu bir eşek şakasıydı. Kuşkuyla çevresine bakındı. Herkes, her şey beş dakika önceki gibi görünüyordu. Tuhaf bir durum ya da biri yoktu. İşte bu oldukça garipti.
‘Bunu bırakanı gördün mü?’ diye sordu bira dolu beşinci bardağı önüne koymakta olan barmene. Barmen umursamaz bir tavırla omuzlarını silkerek işine döndü. Ateş bir süre şüpheli gözlerle elindeki kutuyu evirip çevirdikten sonra yavaş ve düşünceli hareketlerle açtığı anda bunun bir şaka olmadığını anladı ve gördüğü şey karşısında kanı donarak bakakaldı.
Kutuda, göz bebeklerine birer toplu iğne saplanmış, kenarlarından kırmızı, paramparça damarlar sarkan buz mavisi bir çift göz dehşetle ona bakıyordu…


3-Kutuyu hemen kapatıp cebine attı, birasından hızlı birkaç yudum içip barın üstüne para bıraktı ve aceleci adımlarla çıktı. Karşıdaki boş binanın önüne bıraktığı Harley’ine atlayıp gaza bastı. Hava çoktan kararmış, İstiklal Caddesi bol parfüm, bol heyecan ve bol bol kahkahaya bulanmıştı.
Bir kaç dakika sonra Büro’ya vardığında, motosikletini park edip karşıya geçerken çalışma odasının ışığının yandığını gördü ve içinde berbat bir hisle merdivenleri ikişer ikişer atlayarak hızla odaya çıktı.
Yaprak yuvarlak toplantı masasında kapıya arkası dönük oturuyordu. Ayak seslerini duyunca başını çevirdi. Endişeli ve meraklı gözlerle Ateş’e baktı. Ateş hiçbir şey demeden girip karşısına oturdu ve oturur oturmaz da Yaprak’ın önündeki kırmızı kalplerle süslü kutuyu gördü.
‘Ne var içinde?’ diye sordu şaşkınlığını üzerinden attıktan hemen sonra. Yaprak kutuyu masanın üzerinden önüne sürdü, Ateş alıp sabırsızca açtı. İçinde paslanmaz çelik, sivri bir şişe geçirilmiş, acemice kesilmiş iki küçük kulak onu bekliyordu.
‘Sence bu ne anlama geliyor?’ diye sordu Yaprak, titreyen bir sesle.
‘O kadar da kötü olmadığını düşünüyorum.’ dedi Ateş hafifçe gülümseyerek. ‘Sen bir de benimkini gör.’ Cebindeki kutuyu çıkarıp açtı. Kutunun içindeki toplu iğne saplanmış göz kürelerini gören Yaprak önce irkildi, sonra da kaşlarını çatarak düşünmeye başladı.
O sırada aniden içeri dalan Ece ‘Keyfinizi kaçırmak istemem çocuklar ama bugün bana korkunç bir şey geldi.’ diyerek elindeki kırmızı kalpli kutuyu masaya bıraktı. Ancak masadaki diğer iki kutuyu görünce dondu kaldı.
‘Birilerinin günü de en az benimki kadar kötüymüş anlaşılan…’ diye mırıldandı dehşete düşmüş bir ses tonuyla.


4-ECE’NIN MASAYA BIRAKTIĞI KUTUYU ALIP HIZLA AÇAN YAPRAK BAŞINI ENDIŞEYLE SALLAYARAK ATEŞ’E BAKTI. KUTUDA, ÜZERINDEKI KANLAR KAHVERENGIYE DÖNÜŞMÜŞ VE TAM ORTASINA SAPSIZ BIR NEŞTER BIÇAĞI SAPLANMIŞ BIR DIL VARDI.
Bir süre sessizce masanın tam ortasında yan yana duran üç kutuyu da incelediler.
Göz. Kulak. Dil. İğne. Şiş. Neşter.
Telefona ilk sarılan Ece oldu.
‘Bora, bugün sana kalpli bir kutu geldi mi? Hayır mı?’ Üçüne de gelen kutuları ve içindekileri anlattıktan sonra Bora’dan çıkıp karavanın etrafını kolaçan etmesini istedi. Bir kaç dakika sabırsızca kıpırdanarak, dolaşarak bekledikten sonra ‘Tamam, sağ ol.’ diyerek kapattı.
‘Bora’ya kutu falan gelmemiş.’ dedi kuru bir sesle. Bir süre düşündükten sonra devam etti. ‘Tam anlamıyla bir meydan okumayla karşı karşıyayız. Ancak bu seferki polise değil, ilk defa bize yapılmış bir meydan okuma.’
‘Böylesi daha iyi.’ diye yanıtladı Ateş. ‘Kendi işimize bakarız.’
‘Polise bildirmeyecek miyiz?’ diye sordu Ece kaşlarını kaldırarak.
‘Çözene kadar hayır.’ diye cevapladı Ateş itiraza yer bırakmayan sert bir sesle. Ece omuzlarını silkerek oturdu ve ‘Bana uyar.’ dedi. Yaprak ise pür dikkat kutuları inceliyordu.
‘Dövmeci Katil davasının etkisi olmalı.’ dedi hafif bir sesle. Sonra başını kaldırıp Ece ve Ateş’e baktı. ‘Hatırlarsanız katil yakalandıktan sonra, bir süre bütün gazete ve televizyonlar Büro ve biz üçümüzden bahsediyordu. Belki de bu yüzden Bora’ya kutu gelmedi. O basında görünmedi çünkü.’
‘Haklısın.’ diye onayladı Ece.
‘Kutu bana barda tuvalete gittiğim sırada geldi. Biri bardak altlığının üstüne koymuştu.’ dedi Ateş gözlerini buz mavisi göz kürelerine dikerek. ‘Sizinkiler?’
‘Benimki posta kutusundaydı.’ dedi Ece. ‘Bütün gün dışarıdaydım. Akşam eve girerken posta kutusuna baktığımda bu kutuyu buldum. Bizim apartmanda posta kutularının anahtarı yoktur. Beni takip edip evimi ve dairemi öğrenmiş olmalı.’ Bunu söylerken eli istemsizce belindeki 45′lik Colt’a gitti.
‘Ben bugün biraz alışveriş yaptım.’ diye devam etti Yaprak. ‘Tünel’deki şu kocaman, ikinci el giysiler, kostümler satan dükkândan bir şeyler aldım, denemek için kabine girdim. Giyindim, çıktım, aynaya baktım. Oradakilerle biraz sohbet ettim. Tekrar kabine girdiğimde çantamın üzerinde bu kutu duruyordu. Dükkânın iki çalışanı da yanımdaydı. Benden başka müşteri yoktu. Kimse bir şey görmedi yani.’
‘Ustaca ve akıllıca.’ diye yorum yaptı Ece. ‘Yani bugün hepimiz takip edildik.’
‘Pekala…’ dedi Ateş bir süre sonra. ‘Yaprak sen kutuları alıp laboratuvara çık ve analiz et. Bora’yı da ara, birlikte çalışın. Raporları yarın sabah istiyorum.’ Yaprak hemen ayağa kalkıp kutuları kaptı ve odadan çıktı.
‘Ece sen de eve git.’ dedi Ateş. ‘Yarın Yaprak’ın bulguları ışığında ne yapacağımıza karar veririz.’
Ece sessizce başını salladı ve çıktı. İstiklal Caddesi boyunca yürürken silahıyla yatmaya karar verdi. Belli olmuştu. Bu gece uyuyamayacaktı. Hatta bu kutuları göndereni bulana kadar rahat etmesi imkânsızdı.
Bir kitapçıya girip birkaç cinayet filmi almaya karar verdi. Eğer şanslıysa, belki izlemediği bir Hercule Poirot filmi bile bulabilirdi. Yüzlerce filmin arasında dolaşırken gözü birden Nuri bilge Ceylan’ın Üç Maymun filmine takıldı.
Ve olduğu yere çakılı kaldı.


5-‘Üç maymun…’ diye düşündü kalbi deli gibi çarparak. ‘Görmedim. Duymadım. Bilmiyorum. Göz. Kulak. Dil.’ Hemen telefona sarılıp Ateş’i aradı.
Ertesi sabah erkenden, sık sık kahvaltı yaptıkları simitçide buluştular. Hepsinin asık suratından ve şiş gözlerinden dün geceyi uykusuz geçirdikleri belliydi. En geç Yaprak geldi, koyu, sade bir kahve alıp elindeki dosyayı masaya koydu ve heyecanla oturdu.
‘Analizleri az önce bitirdim.’ diye heyecanlı bir sesle anlatmaya başladı. ‘Kutular sıradan. Hediye satan herhangi bir yerden alınmış olabilirler. Her üç kutuda da aynı parmak izlerine rastladım. Hem de çok fazla sayıda. Bora parmak izlerini hiç bir sistemde ve veri tabanında bulamadı. Böyle bir kayıt yok.’ Kahvesinden büyük bir yudum alıp devam etti.
‘Ancak her üç organ da farklı kişilere ait. Yirmili yaşlarının ortalarında üç farklı kadına. Organlar kadınlar öldükten sonra çıkarılmış. Yani yeni bir seri katille karşı karşıyayız.’ İçini çekerek sustu.
‘DNA’larını Ulusal DNA Veri Bankası’nda tarattım.’ diye soğukkanlılıkla devam etti Bora. ‘Ve sadece birinin kimliğini buldum. Gözün sahibini. 2 ay önce kaybolmuş. Adli tıp aileden DNA örneği almış ve veri bankasına girmiş ama şimdiye kadar bir sonuç alınamamış. Polis de evden kaçtığına hükmedip soruşturmayı kapatmış.’
‘Kimmiş peki?’ diye sordu Ateş.
‘Figen Tunabay. 1988 doğumlu. Lise terk. Kayda değer bir güzelliği var.’
‘Dolapdere için fazla güzel.’ diye ekledi Yaprak dosyadan kızın fotoğrafını çıkarırken. ‘Pembe hayaller peşinde koşarken kaçmış ya da kandırılmış olması bence oldukça muhtemel.’
Hepsi kızın uzun, açık kumral, gür saçlarına ve gülümseyen buz mavisi gözlerine üzüntüyle baktı. İlk toparlanan Ateş oldu.
‘Ece gönderilen göz, kulak ve dilin üç maymuna gönderme yaptığını düşünüyor. Görmedim, duymadım, bilmiyorum. Katil bizi açıkça tehdit ediyor.’
‘Kesinlikle. Bize aynen şunu söylüyor.’ dedi Ece tedirgin bir sesle. ‘Kutuda parmak izi bırakacak ve sizi bir adım arkanızdan takip edecek kadar kendime güveniyorum. Beni göremez, duyamaz, bilemezsiniz ama olur da bulursanız size özel iğne, şiş ve neşterlerim var.’
Hepsi belli belirsiz irkildiler. Masada aniden ağır ve boğucu bir sessizlik oldu.
‘Yaprak, sen az önce Dolapdere mi dedin?’ diye sordu Ateş bir süre sonra.
‘Evet.’ diye cevapladı Yaprak. ‘Kız orada doğmuş büyümüş. Babası araba tamircisi. Beş kardeşler. Adresi dosyada.’
‘Güzel. İyi iş çıkarmışsınız çocuklar. Gidin biraz uyuyun.’ dedi Ateş ve sonra Ece’ye döndü.
‘Senin Subaru’yu küçük bir gezintiye çıkaralım mı?’



6-Yarım saat sonra Kasımpaşa üzerinden Dolapdere’ye varmışlar, ellerindeki adrese göre Dolapdere’nin dik yokuşlarından birine çıktıktan sonra sağdaki bir ara sokağa girmişlerdi. Burası, ahşap ve her an yıkılacakmış gibi görünen eğreti evlerin birbirine yaslanarak ayakta durduğu, pencerelerden asılan rengarenk çamaşırların hafif rüzgarla sallandığı, ellerinde kuru ekmek sokakta top oynayan çocukların arabaların peşinden koştuğu o gizemli mahallelerden biriydi.
Yıpranmış ahşap kapıyı çalıp yavaşça açılana dek beklediler. Ateş onlara kapıyı açan orta yaşlı, omuzları çökmüş kadına cinayet masası yıllarından kalma eski polis kimliğini gösterip Figen Tunabay hakkında konuşmak istediklerini söyledi.
Kadın gözleri dolarak ‘Buldunuz mu?’ diye sordu umutla.
‘Kızınız mıydı?’ diye sorguya başladı Ateş.
‘Hee ama aklı bi karış havadaydı. Zaten hep ondan başına geldi bunlar.’ diye dövündü kadın ağlayarak.
‘Kaybolduğu zamanlar…’ diye söze girdi Ece ‘dikkatinizi çeken bir şey var mıydı? Görüştüğü biri, bahsettiği tuhaf bir şey, başına gelen garip bir olay…’
‘Yok.’ diye yanıtladı kadın burnunu çekerek. ‘Ama işte herkesler bilir buralarda, artiz olmak istiyodu benim kızım. Çok güzeldi çook. Kaçmış gitmiş dedi polisler. İnsan hiç anasını arayıp sormaz mı?’
Ece içini çekip üzüntüyle kadına baktı. Şimdi bu zavallı kadıncağıza, kızının gözünü bulduklarını nasıl söyleyeceklerdi? Hangi anne bunu kaldırabilirdi?
‘Babası nerede? Onunla da görüşsek iyi olur.’ dedi Ateş.
‘İştedir o tamirdedir. Tamirhanelere gidin, Adnan ustayı sorun. Herkes bilir.’ diye cevapladı kadın. Sonra Ece’ye döndü. ‘N’oldu kızıma? Sen söyle.’
‘Kızının başına kötü şeyler geldiğini, kötü bir adamın elinde olduğunu düşünüyoruz.’ dedi Ece elinden geldiğince yumuşak bir tonla. ‘Neler olduğunu ve kızının yerini henüz bilmiyoruz. Bulunca sana haber vereceğiz.’
Kadın gözyaşlarını tülbentinin ucuna silerek ‘Kolay gelsin size kızım.’ dedi ve eliyle yavaşça, yalvaran gözlerle Ece’nin koluna dokunduktan sonra kapıyı kapatarak içeri girdi. Ece de üzüntülü bir yüzle çoktan arabaya doğru yürümeye başlamış olan Ateş’in peşine takıldı.
Tamirhaneye gidip Adnan ustayı bulduklarında o da benzer şeyler anlattı. Ece ve Ateş kimi sorgularsa sorgulasınlar benzer yanıtları alacaklarını anlamışlardı. Burada boşuna vakit kaybediyorlardı ama yapacak başka bir şeyleri de yoktu. Ellerindeki tek ipucu buydu.
Tam Adnan ustayla konuşmalarını bitirip çıkmak üzereyken kapıdan girmekte olan uzun boylu, kıvırcık saçlı, esmer genç bir adam onları görünce bir an duraksadı, bembeyaz kesildi, geri adım attı ve aniden koşmaya başladı. Ateş hemen silahını çıkarıp fırladı ve Ece de peşlerine takıldı.
Şimdi Dolapdere’nin tozlu yokuşlarında zorlu bir kovalamaca başlamıştı.



7-Esmer adamın peşinden var gücüyle koşan Ateş, bir arabanın bile zor geçebileceği, oldukça dar bir ara sokağa saptı. Bir kaç adım arkasında Ece koşuyordu. Bomboş sokağa girince ikisi de derin bir nefes aldılar. Burası bir çıkmaz sokaktı. Adamı yakalamalarına ramak kalmıştı.
Ateş yavaşlayıp silahını doğrulttu ve ‘Dur! Polis!’ diye bağırdı, nişan aldı. Adam oralı bile olmadan koşmaya devam etti. Ateş’in tetiğe basmasıyla adamın sokağın sonundaki iki apartmanın arasına girip gözden kaybolması bir oldu. Iskalamıştı. Adamın arkasından var gücüyle koşan Ece iki bina arasındaki paslanmış, demir bir çite tırmanmaya çalışan adamı sert bir tekmeyle yere indirdi, gözlerinin içine bakarak eğildi ve Colt’unu adamın şakağına dayadı.
‘Kıpırdarsan ölürsün!’ dedi nefes nefese.
Yanlarına gelen Ateş adamı ayağıyla ters çevirdi, sert bir hareketle ellerini arkadan kelepçeledi ve tekrar yüzünü döndürdü.
‘Söyle!’ dedi dişlerini sıkarak. ‘Neden kaçıyorsun? Ne halt karıştırdın?’
‘Yemin ederim ben çalmadım abi. N’olur bırakın beni. Benim bir suçum yok.’ diye yalvarmaya başladı adam. Ateş ve Ece birbirlerine baktılar. Adamın Figen Tunabay’ın kaybolmasıyla ilgisi olmayabilirdi.
‘Baştan anlat.’ dedi Ece silahıyla adamın kafasını dürterek.
‘Adnan ustanın oradan çalınan araba…’ diye başladı adam sesi titreyerek. ‘Usta benim çaldığımdan şüpheleniyor. Bana bir kaç soru falan sordu. Yani bir kaç hırsızlık vukuatım vardı eskiden… Ama aklandım abi! Yemin ederim ben bir şey çalmadım.’
Ece oflayarak ayağa kalktı ve silahını beline soktu. Ateş adamın kelepçelerini çözdü. ‘Kaybol!’ demesiyle adam tökezleyerek yerden kalktı ve bir kaç saniye içinde yok oldu.
Ateş var gücüyle demir çite bir tekme attı. ‘Elde var sıfır.’ dedi burnundan soluyarak…



8-Yokuş aşağı, arabayı park ettikleri yere doğru hayal kırıklığı içinde, sessizce yürümeye başladılar. O sırada aniden önlerine çıkan, uzun boylu, narin yüzlü, uzun simsiyah saçlı bir genç kız ‘Figen’i mi sordunuz annesine?’ diyerek ürkek adımlarla yavaşça yanlarına geldi. ‘Bulundu mu yoksa?’
‘Hayır.’ diye başını iki yana salladı Ece. ‘Arkadaşın mıydı Figen?’
‘Evet.’ dedi kız gözleri dolarak. ‘Beraber büyüdük.’
‘Şu annesinin bahsettiği artist olma sevdası neydi?’ diye doğrudan konuya girdi Ateş.
‘Figen çok güzeldi. Herkes peşindeydi ama o kimselere yüz vermezdi. Küçüklükten beri televizyona çıkmak isterdi. Ama…’
‘O zaman sevgilisi falan yoktu.’ diye kızın sözünü kesti Ece.
‘Yoktu.’ dedi kız kendinden emin bir şekilde. ‘Ama o yönetmen yüzünden kaçtı Figen.’
‘Yönetmen mi?’ diye sordu Ece heyecanla. Elinde olmadan sesi biraz yüksek çıkmıştı.
‘Bir gün mahalleye bir yönetmen geldi. Böyle sıska, burnu büyük, havalı biri. ‘Film çekicem, oyuncu lazım’ diye dolandı buralarda bir kaç gün. Mahallenin gençleri dövüp kovdular sonra. Ama ben Figen’le konuşurken gördüm onu. Zaten bir kaç gün sonra da Figen kayboldu.’
‘Bunları niye polise anlatmadın?’ diye sordu Ateş.
‘Anlattım.’ dedi kız omuzlarını silkerek. ‘Yarım yamalak dinleyip bir şeyler yazıp gittiler. Bir daha da gelmediler zaten.’
‘Peki bu yönetmenin adını biliyor musun?’
‘Kenan Doğruer. Kartı var bende. Hepimize kart dağıttı.’
‘Kartı mı?’ dedi Ece ve Ateş aynı anda heyecanla.



9-Yarım saat sonra kızın adını, adresini, yönetmenin kartını almış ve Yaprak’ın çizmesi için kızın sesinden adamın ayrıntılı bir tarifini Ece’nin telefonuna kaydetmiş Büro’ya dönüyorlardı. Ayrıca, yönetmenin kartın üzerindeki parmak izlerinden ayırmak için kızın parmak izlerini de almışlardı. Ece yolda Bora’yı aradı.
‘Kenan Doğmazer.’ dedi. ‘Yönetmenmiş. Bir araştır bakalım hangi filmleri çekmiş?’
Büro’ya vardıklarında doğru Yaprak’ın laboratuvarına çıktılar. Yaprak camdan dışarı bakarak kahve içiyordu.
‘Uyumadın mı?’ diye sordu Ece.
‘Gündüz uyuyamam.’ diye cevapladı Yaprak gülümseyerek. ‘Sizi bekliyordum. Bir ipucu var mı?’
‘Şansımız baştan kötü gitti ama sonra çok sağlam bir ipucu yakaladık.’ dedi Ateş elindeki kartı Yaprak’a uzatarak. ‘Parmak izi ve DNA.’ Yaprak hemen kartı alıp çalışmaya koyuldu. Ateş ve Ece de termostan birer kahve doldurup camın önündeki masaya oturdular.
‘Figen kaçırılalı iki ay olmuş.’ dedi Ateş. ‘Yani bu pislik kızlara uzun süre işkence ediyor.’
‘Narsistik kişilik bozukluğu.’ dedi Ece gözlerini kısarak. Bir süre sessizce düşündükten sonra devam etti. ‘Katil kendini tüm dünyadan üstün görüyor, çok önemli, çok özel, çok başarılı ve çok zeki olduğu duygusunu taşıyor. İnsanların ona itaat etmesini, hayran olmasını, herkesin onunla ilgilenmesini bekliyor.’
‘Kesinlikle.’ diye onayladı Ateş. ‘Bizi takip etmesinden, kutulara bıraktığı parmak izlerinden ve iğne, şiş, neşterle tehdit etmesinden açıkça belli. Kendine aşırı güveniyor.’
‘Bu tür kişilikler mutlak itaat bekler.’ dedi Ece. ‘Bu kızları bu tür duygularını tatmin etmek için kaçırmış olabilir. Hatta yönetmen olduğuna pek ihtimal vermiyorum. Muhtemelen bu yönetmen yalanıyla Figen gibi pembe hayaller peşinde koşan, kenar mahallelerde yaşayan kızları istediği yere çekiyor. O kulak ve dilin sahibi de Dolapdere’ye benzer ya da yakın yerlerden olmalı. Katil bu tür yerlerde ava çıkıyor.’
‘Ve onları hapsedip bütün kontrol ve itaat duygularını tatmin ediyor.’ diye devam etti Ateş.
‘Ta ki kızlar bir gün itaat etmekten vazgeçene ya da ona hakaret edene kadar.’ diye tamamladı Ece. ‘İşte narsist kişileri en çok öfkelendiren budur; yargılanmak, eleştirilmek, aşağılanmak, yok sayılmak ve hakaret edilmek. Kızların ne kadar yaşayacağını bence bu belirlemiştir. Anlaşılan Figen iki ay dayanabilmiş.’
‘İtaat etmezsen ölürsün…’ diye mırıldandı Ateş başını sallayarak.



10-Ece’nin bir kaç dakika sonra çalan telefonuna kadar ikisi de konuşmadı. Arayan Bora’ydı.
‘Kenan Doğmazer diye biri yok.’ dedi. ‘Aklınıza gelebilecek bütün sistemleri taradım. Yok. Sahte isim olmalı.’
‘Pekâlâ. Birazdan e-postana bak.’ dedi Ece. ‘Sana bir robot resim göndereceğim. Onu yapılandırıp fotoğraf haline getirmeni ve bana geri göndermeni istiyorum.’
Telefonu kapattı. ‘Kenan Doğmazer sahte.’ dedi Ateş’e. ‘Tahminlerimiz doğru çıktı. Yönetmen numarası yapıp kızları kandırıyor, istediği yere çekiyor.’
‘Deneme çekimi yalanı.’ dedi Ateş sıkıntıyla başını sallayarak.
O sırada Yaprak elinde bir kâğıtla yanlarına geldi.
‘Tam bir eşleşme.’ dedi heyecanla ‘Sizin yönetmenin kartındaki parmak izleriyle, bize gönderilen kutulardaki parmak izleri eşleşti.’
‘Bu çok iyi işte. Doğru iz üzerindeyiz.’ dedi Ateş. Ece Yaprak’a yaklaştı.
‘Yaprak, şimdi sana Dolapdere’deki sorgudan elde ettiğimiz bir ses kaydı dinleteceğiz. Bu kayda göre bize bir robot resim çizmeni istiyorum. Elimizde çok yüksek ihtimalle katilin resmi olacak.’
‘O zaman hemen başlayalım.’ dedi Yaprak telaşlı bir sesle. ‘Belki elinde başka kızlar vardır. Onları kurtarırız.’
Kağıt kalem alıp masaya oturdular ve ses kaydını başlattılar. Yarım saat sonra ortaya çıkan resme bakan Ateş’in gözlerinde tehlikeli kıvılcımlar parlıyordu.
‘Bu pisliği tanıyorum!’ dedi dişlerini sıkarak.



11-Ateş öfkeyle fırladı, Ece de onu takip etti, üç saniye içinde odadan çıkmışlardı. Yaprak arkalarından merakla bakakaldı.
‘Kim o?’ diye sordu Ece sokağa çıktıklarında. Harley’in yanına koşan Ateş, cevap vermeden Ece’ye bir kask attı ve ‘Atla!’ dedi sertçe. Ece’nin arkasına binmesiyle gaza bastı.
Birazdan İstiklal Cadde’sinin ara sokaklarından birindeki bir rock barın önüne park etmişlerdi. Ateş silahını çıkardı ve hızla içeri girdi, bara yöneldi.
Sanki içeri bir bomba düşmüştü. Herkes donmuş, hatta nefesini tutmuş onlara bakıyordu. Ateş gözlerini kısarak silahını barmene yöneltti.
‘Dün akşamüstü çalışan barmen nerede? Saat 8 civarı burada, bardaydı.’ dedi sert bir ses tonuyla. Şaka yapmadığı ve en ufak bir terslikte silahını ateşleyeceğini anlayan barmen ellerini istemsizce havaya kaldırarak konuştu.
‘Kemal mi?’ diye sordu ufak tefek barmen sesi titreyerek. ‘Biz ikimiz dönüşümlü çalışırız. O saat 6′da gelir.’
‘Kemal ne?’ diye sordu Ece.
‘Kemal Donmazer.’ dedi barmen Ece’nin arkasında bir yerlere bakarak.
‘Adresi yaz.’ dedi Ateş. Barmen aceleyle bir not kâğıdına bir şeyler yazıp Ateş’e uzattı. Kâğıda bakan Ateş suratını buruşturdu.
‘Off! Bu saatte trafik vardır. Güngören’e varmamız saatler sürer. Sen bize birer bira ver. En iyisi burada bekleyelim.’ deyip silahını beline soktu ve sakince bara oturdu.
Ece donakalmıştı. Şu an Güngören’e, verilen adrese gidip o pisliği iş üstünde yakalamaları gerekmez miydi? Sonra Ateş’in avucunda buruşturduğu kâğıt parçasına takıldı gözü.
Ve her şeyi anladı.



12-‘İyi fikir.’ dedi Ece gülümseyerek ve bara, Ateş’in yanına oturdu, tezgâhtaki biradan kocaman bir yudum aldı. Bir süre gözünü bile kırpmadan barmeni izleyen Ateş, onun belli belirsiz bir baş işaretiyle sessizce ayağa kalktı. Ece’ye ‘sen kal’ işareti yaptı ve karanlık barın arkalarına doğru gözden kayboldu.
Ece Ateş’in bar tezgahında bıraktığı buruşmuş notu alıp açtı. Barmenin Kemal Donmazer’in adresi diye Ateş’e verdiği notta ‘Ev Güngören’de ama Kemal arka tarafta.’ yazıyordu. ‘Zekice.’ diye düşündü sıska barmene bakarak.
Birkaç dakika sonra Ateş elleri kelepçeli Kemal Donmazer’in başını sertçe bara vurarak silahını şakağına dayamıştı bile. Kemal, notu veren barmene nefretle baktı.
‘Beceriksiz geri zekâlı! Sana onları gönder, dedim. Ben yokum, dedim. Kuş beyinli!’ Barmen cevap vermeden yardım istercesine Ateş’e baktı.
‘Kapa çeneni!’ dedi Ateş. ‘Yoksa beynini uçururum.’ Barmene döndü. ‘Evi nerede bunun?’ Barmen hemen adresi yazıp verdi.
Ece hemen telefona sarılıp Dövmeci Katil davasında da birlikte çalıştıkları Komiser Nihat’ı aradı.
‘Sana özel bir katilimiz var.’ dedi. ‘Gelip almak ister misin? Operasyon için ekip ve ambulans da getir.’
Sonra da katile döndü.
‘Nasıl seni bulamayacağımızı düşünecek kadar aptal olabildin?’ diye sordu alayla. Katilin yavaş yavaş artan öfkesini dehşetle izliyordu. ‘Seni geberteceğim.’ dedi katil dişlerinin arasından.
‘Tıpkı diğer kızlara yaptığın gibi mi?’ diye sordu Ece katilin yüzüne yaklaşarak. ‘Ne yaparsın? Gözlerimi mi oyarsın, kulaklarımı mı kesersin, yoksa dilimi mi koparırsın?’
Katil, Ateş’i iterek Ece’ye doğru bir hamle yaptı ama Ateş’in ani bir tekmesiyle hızla yere savruldu. ‘Seni parçalara ayıracağım.’ dedi burnundan soluyarak. Gözlerinde korkunç bir nefret vardı. Ece ve Ateş göz göze geldiler ve başlarını salladılar. Evet, adam gerçek bir narsistti.
Komiser Nihat yaklaşık on beş dakika sonra yanında dört polisle içeri girdi. ‘Ne o?’ diye sordu Ateş’e bakarak alayla. ‘Burada bira içerken katil gelip teslim mi oldu?’ Bu sırada polislerden ikisi Kemal Donmazer’i alıp götürdüler.
‘Evet.’ dedi Ateş alayla. ‘Senin yıllarca uğraşıp yakalayamadığın katilleri ben barda bira içerken hobi olarak yakalıyorum.’



13-Yaklaşık kırk-kırk beş dakika sonra Güngören’de, katilin evindeydiler. Burası yıkık dökük, ıssız bir mahallede, çevresinde çok az bina olan derme çatma, tek katlı büyükçe bir binaydı.
Kapıyı kolayca kırıp açtıklarında bozuk yumurta ve çürümüş et arası bir koku karşıladı onları. Hepsi burunlarını tıkayıp içeri girdiler ve gördükleri manzara karşısında oldukları yere çakılı kaldılar.
Burası bir evden çok bir depoyu andırıyordu çünkü içeride hiç oda yoktu; bütün bina tek bir odadan oluşuyordu. Soldaki duvarda bir giysi dolabı, onlarca kadın ayakkabısının olduğu büyük bir ayakkabılık ve her renkten peruğun asıldığı ayaklı bir askı vardı. Tüm bunların yanında, bir kan gölünün tam ortasında, siyah kadife, berjer bir koltuk duruyordu. ‘Katil burada kendince film çekiyor olmalı.’ dedi Ece fısıltıyla.
Odanın tam ortasında, üzerinde oldukça parlak bir ışık asılı olan paslanmaz çelik bir sedyede cansız, çıplak bir kadın bedeni yatıyordu. Vücudunun her yerinde dikişler vardı. Yanaklarında, dudaklarında, göğüslerinde, kollarında, bacaklarında, göbeğinde… Bütün bedeni tuhaf bir şekilde orantısız ve asimetrik görünüyordu.
‘Dikmiş.’ dedi Ateş şaşkınlıkla.
‘Frankenstein gibi mi?’ diye sordu Komiser Nihat gözlerini kocaman açarak.
‘Tanrı kompleksi.’ diye cevapladı Ece hayret dolu bir sesle. ‘Kendini o kadar beğeniyor ve üstün görüyor ki bu dünyada ona yakışan bir kız olmadığını düşünüyor. O da kandırıp buraya getirdiği kızları önce itaat ve kontrol duygularını tatmin için kullanıyor, sonra da en küçük bir isyanlarında beğendiği yerlerini kesip yarattığı kadına ekliyor. Yavaş yavaş kendi mükemmel kadınını yaratıyor.’ diye açıkladı.
‘Fazlalıkları da bize mi gönderdi?’ diye sordu Ateş.
‘Bence biraz heyecan katmak istedi.’ dedi Ece. ‘Yakalanmayacağından o kadar emindi ki belki de biraz ünlü olmak, egosunu daha fazla tatmin etmek istedi. Yaptıkları ona yetmemeye başladı.’
‘Zodiac Katili gibi.’ dedi Ateş yavaşça başını sallayarak. ‘Bizimle alay etmeye çalıştı.’
‘Size ne gönderdi?’ diye araya girdi Komiser Nihat kaşlarını çatarak.
‘Bu konuyu daha sonra, şu iş bitince konuşuruz.’ diye kestirip attı Ateş ve sağ taraftaki duvarda paslanmaz çelik, devasa, dikdörtgen buzdolabına yürüdü, açtı. ‘Bunu görmelisiniz.’ diye seslendi yüzünü buruşturarak.
Buzdolabının içinde üst üste istiflenmiş, pek çok organı kesilip biçilmiş, dikilmiş yedi kadın cesedi vardı…
‘Bu kadarı yeter.’ dedi Ece sabırsız bir sesle, Ateş’in koluna dokunarak. ‘Bundan sonrasını onlar halletsin.’ Komiser Nihat ve polisler cesetleri dolaptan çıkarırken sessizce dışarı çıkıp derin bir nefes aldılar. Telefonunu çıkaran Ateş Yaprak’ı aradı.
‘Olay çözüldü.’ dedi gülümseyerek. ‘Rakı-balık akşamı. Bir saat sonra Bora’yı da al, Nevizade’ye gelin…’
– Son –

13 Nisan 2014 Pazar

Dövmeci Katil

Polisiye Öykü

Yazan: Kara Şapka


1.
Elektrikli testerenin vızıltısını tekrar duyan kurban, işkencecisine yalvarırcasına baktı. Dişleri ve çene kemikleri un ufak olmayıp konuşabilse belki yalvaracaktı da. Beyaz ekranda her göründüğünde kadınların içini titreten yakışıklı yüzü şu anda yeryüzünde tek bir insanın bile tanıyamayacağı haldeydi. İşte her şey bitmişti. Bunun adı bedeldi. Gizli günahlarının cezası işte bu günlerdir parmağının ucunu bile görmediği simsiyah yaratıktı.

Dikkatini başka yere vermek için, yanlarına kır düşmüş saçlarından çıplak zemine damlayan kanın sesini dinledi bir süre. Ayak sesleri duyup gözünü açtığında vızıltının yaratığın elindeki silaha benzer bir aletten geldiğini anladı. Yanılmıştı. Bu, siyahlı yaratığın daha önce sağ elinin orta parmağını kestiği elektrikli testere değildi. Göz ucuyla eline baktı, parmak falan yoktu ama hala oradaymış, hatta kıpırdatabiliyormuş gibi hissediyordu. Üstelik, bu olmayan parmak deli gibi ağrıyordu. İşte bu çok sinir bozucuydu.

Siyah yaratık dikkatlice eğilip vızıldayan aleti yüzüne yaklaştırdı. İçgüdüsel olarak geri çekilmeye yeltendi ama ellerinden ve ayaklarından zincirlendiği sandalyenin bir de başlık kısmı olduğunu unutmuştu. Başı demir bir mengene içindeydi. Ağzından yaralı bir hayvanınkine benzer bir inilti çıktı. Yaratık elindeki aletle üzerine eğildi ve aleti alnına dayayarak yazı yazar gibi hareketlerle oynatmaya başladı. Rahatladı. Dövme yapıyordu. Bir an ne yazdığını merak edip hissetmeye çalışsa da sonra vazgeçip gözlerini kapattı. Artık gerçeği anlamış, hatta hiçbir şüphesi kalmamıştı. Katil son mesajını yazıyordu ve onu birazdan burada, bu karanlık ve izbe bodrumda öldürecekti.

Vızıltı kesildikten beş-on saniye sonra yaratık tüm gücüyle sustalıyı kurbanının kalbine sapladı. Kurbanın son gördüğü yaratığın kar maskesinden parıldayan gece kadar siyah gözleriydi.

Sonra her yer aniden karardı…

2.
İstiklal Caddesi’nin ara sokaklarından birindeki izbe bir Rock barda beşinci birasını devirerek 28. doğum gününü tek başına sessiz sedasız kutlayan özel dedektif Ateş Karal, çalan cep telefonunu yedinci kez duymazdan geldi. Telefonlardan, bilgisayarlardan, en çok da bilgisayarlı telefonlardan nefret ederdi. Onunki eski model hurda bir şeydi zaten ama yine de çok zorda kalmadıkça kullanmaz, hatta şimdi yaptığı gibi çalınca açmazdı bile. Telefonun küçük mavi ekranındaki numaraya kaşlarını çatarak baktı ve telefonu tekrar umursamazca cebine attı.
Rehberinde sadece üç kişi kayıtlıydı ve yalnızca onların telefonunu ikiletmeden açardı. Ece’nin, Bora’nın ve Yaprak’ın. Yani yaklaşık altı yıl önce kurduğu Ateş Detektiflik Bürosu’nda tam zamanlı olarak, gece gündüz demeden deli gibi çalışan, en gizli sırları anında ortaya çıkaran, kimsenin varlığını bile bilmediği delillere hiç zorlanmadan ulaşan ve sonunda da ülkenin en tecrübeli dedektiflerinin bile çözemediği suçları kısa sürede çözen üç meslektaşının.
Bardaktaki son yudumu da kafasına dikip ayağa kalktı, eski, yıpranmış deri ceketini giyerek barın üstüne para bıraktı ve karşıdaki boş binanın önüne park ettiği Harley’ine binerek gürültüyle uzaklaştı. Büroya vardığında tekrar ısrarla çalmaya başlayan telefonu uzun ve usturuplu bir küfrün ardından açtı.
‘Ateş.’
‘Çok hoşuna gideceğini düşündüğüm bir dava var.’ Yaşlı, yorgun ama yaramaz bir adamın sesiydi bu. Ateş bu sesi tanıyordu. Eskiden, cinayet masasındayken birlikte çalışırlardı. Her devrin adamı Komiser Nihat’ın paragöz, çıkarcı ve fırsatçı sesiydi. Büro kurulduktan sonra da Ateş’e birkaç dava vermişti. Tabii işlerine burnunu sokmamayı ve ücretini peşin ödemeyi baştan kabul ederek.
Karşılığında da Büro’dan ağızlarını sıkı tutma sözü almıştı ki böylece amirlerine ve basına cinayetleri kendi çözmüş gibi gösterebilecekti. Kabul etmişlerdi çünkü iyi ve sağlam davalardı ve zaten Büro’nun da ünlü olmak gibi bir derdi yoktu.
‘Neymiş?’ diye sordu Ateş kısaca. Lafı uzatmaktan hoşlanmaz, bu tarz girişlere ve saçmalıklara uzun süre katlanmakta zorlanırdı.
‘Seri cinayet. Bu sabah üçüncü kurbanı bulduk ve elimizde en ufak bir delil bile yok.’
‘Beceriksizlik. Her katil delil bırakır.’ dedi Ateş alaycı bir sesle ve sordu. ‘Aynı katil olduğundan nasıl bu kadar eminsiniz?’
‘Maillerine bak.’
Ofisine girip söylenerek mailini açtı ve Komiser Nihat’ın gönderdiği üç resmin çıktısını aldı. Masaya hepsini yan yana dizince birden gözleri parladı. Her üç resimde de yüzleri tanınmayacak kadar dağılmış, vücutlarında kurumuş kanlarla çırılçıplak yerde yatan üç adam vardı. Adamların üçünün de orta parmağı kesilmiş olan sağ elleri kalplerinin üzerindeydi. En ilginci ise adamların alınlarındaki büyük, koyu dövmelerdi. V27, K14 ve Ş8. Gülümsedi. İşte Ateş Karal mükemmel dava diye buna derdi.
‘İlginç.’ dedi Ateş telefonda sabırla bekleyen Komiser Nihat’a.
‘Dahası var.’ dedi Komiser Nihat memnun bir şekilde. Ateş’in ilgisini çekmeyi başardığı için kendiyle gurur duyuyor olmalıydı. ‘Katil bizimle dalga geçiyor. Her cinayetten sonra cinayet masasına bir zarf geliyor ve zarfın içinde de bir şifre.’
‘Çok iyi.’ dedi Ateş yeniden gülümseyerek. Hayatta en sevdiği şey böyle davalardı. Bunun yarısı, hatta çeyreği zorluktaki davaları bile seve seve kabul etmişlerdi. Bu her açıdan çok zor bir dava olacaktı. Bunun kokusunu alabiliyordu. Bu tam da Büro’ya göre bir işti.
‘Neresi iyi?’ diye sordu Komiser Nihat şaşkınlıkla. ‘Elimizde tek bir delil, tek bir tanık ya da şüpheli yok. Sanki adam görünmez. Neyse. Söyle bakalım. Davayı alıyor musun?’
‘Evet. Dosyayı hemen gönder.’deyip telefonu Komiser Nihat’ın yüzüne kapattı ve hemen Ece’yi aradı.
‘Bir saat sonra toplantı!


3.
Cihangir’deki küçük dairesinde kahve içerek dördüncü Hercule Poirot filmini izleyen Ece, Ateş’in telefonu üzerine ilk iş olarak Bora ve Yaprak’ı arayıp haber verdi. Sonra fırlayıp televizyonu kapattı, hızla duşa girdi, çıktı, erkek gibi kestirdiği kısacık saçlarını taramaya bile gerek görmeden üzerine bir şeyler geçirip kendini sokağa attı ve yürümeye başladı. Büro evine yürüme mesafesindeydi ki zaten İstanbul’da çoğu zaman yürümek arabayla gitmekten daha kısa sürerdi.
Şu anda meraktan ölüyordu çünkü Ateş bu şekilde arayıp toplantı istiyorsa hiç şüphesiz elinde sağlam bir dava vardı. Kapının önünde duran lacivert Subaru’sunun yanından ‘Selam bebek’ diyerek geçti. Cinayetler ve arabalar en büyük iki tutkusuydu. Hatta geçen yıl Avrupa Ralli Şampiyonasının Boğaziçi ayağında 1. olmuştu. Bu onun için çok gurur verici bir andı.
Büroya vardığında herkesin Ateş’in odasındaki yuvarlak toplantı masasında olduğunu gördü. Mecbur kalmadıkça çok sevdiği karavanından çıkmayan Bora’yı bile buraya getiren davayı daha da merak ederek hemen sandalyesine oturdu.
Ateş hepsine tek tek baktı ve ‘Şu ana kadar aldığımız en ilginç davaya hazır mısınız?’ diye sorarak hepsinin önlerine birer dosya koydu, incelemeleri için birkaç dakika bekledikten sonra sakin bir sesle anlatmaya başladı.
‘Elinizdeki rapor polis raporu. Bir seri katille karşı karşıyayız. Hem de oldukça zeki ve disiplinli bir katille. Çünkü ne cesetlerde ne de bulundukları yerlerde en ufak bir delil, DNA, parmak izi var. Ayrıca sorgulanacak tanık ve şüpheli de yok. Cesetlerin hepsi çocuk parklarında bulunmuş; ilki Beşiktaş’ta, ikincisi Sarıyer’de, sonuncusu da burada, Beyoğlu’nda.’
‘Cinayetlerin cesetlerin bulundukları yerlerde işlenmediklerini düşünüyorum.’ dedi Yaprak gözlerini kısarak. ‘Çünkü hiçbir suç mahalli bu kadar temiz olamaz. Cinayetler başka yerde işlenip cesetler bu parklara atılmış. Demek ki buralar katilin güvenli bölgesi. Buraları iyi biliyor ve kendini buralarda güvende hissediyor. Büyük ihtimal buralarda yaşıyor.’
‘Ayrıca katil için bu çocuk parklarının bir önemi olmalı.’diye söze girdi Ece. İstanbul’da tonlarca yer varken cesetleri neden buralara atmayı seçmiş? Katilin bize bir mesajı var.’
‘Hem de çok güçlü bir mesaj.’ dedi Ateş eliyle kurbanların alnındaki dövmeleri işaret ederken. Hepsi önlerindeki dosyalara eğildiler. İlk kurbanda Ş8, ikincisinde V27 ve sonuncusunda da K14 dövmesi vardı.
‘Ayrıca bir de her cinayetten sonra polise gönderilen zarflar var.’ diye devam etti Ateş. ‘Bu zarflarda da herhangi bir DNA, parmak izi, delil ve tanık yok. Sadece rakamlar var. Sırasıyla 15-2-22-7 ve 19-18-26-18 ve son olarak da 2-16-25-12-18-6-2 yazıyor. Bu konuda fikri olan?’ Yaprak ve Ece birbirlerine bakıp başlarını sallayarak ‘hayır’ anlamında omuz silktiler. Odaya bir sessizlik çöktü.
Bir süre sonra ‘Benim var’ dedi Bora soğukkanlı bir sesle.


4.
Bütün başlar merakla Bora’ya döndü. Bora sıkıntıyla önüne baktı çünkü konuşmayı hiç sevmezdi ve konuşuyorsa gerçekten söyleyecek bir şeyi var demekti.
’81′ dedi sadece ve sustu. Kimse bir şey anlamamıştı. Ateş ona bir tahta kalemi uzatarak ‘Açıklarsan işimiz kolaylaşır.’ dedi cesaretlendirmeye çalışan bir ses tonuyla.
Bora köşede duran ayaklı beyaz tahtaya gitti. ‘Bu katil sandığımız kadar zeki değil çünkü şifre çok eski ve çok basit. Her sayı bir harfe denk geliyor. A harfini 1, Z’yi de 29 olarak düşünürsek şifrelerdeki sayılara göre…’ diyerek harfleri tahtaya yazdı.
LBSF. ÖOÜO. BMVİOEB.
‘İyi ama hala anlamsız’ dedi Ece kafası karışık bir halde. Bora sabırla açıklamaya koyuldu. ‘Her harfin kendinden bir önceki harfini alırsak…’
‘KARE ONUN ALTINDA’ kelimeleri çıkar’ dedi Yaprak hayranlıkla. ‘Ama ben hala burada 81 göremiyorum.’
’81…’ dedi Ateş gözlerini kısarak. ‘ONUN ALTINDA, yani on sayısının altında dokuz vardır. Elimizde ‘KARE dokuz’ kelimeleri kalır. Dokuzun karesi 81.’
‘Sen bir dahisin Bora’ dedi Ece gözlerini kocaman açarak. Bunun üzerine Bora kızarmış yanaklarıyla önüne bakarak yerine oturdu.
‘Güzel ama bu 81 de neyin nesi?’ diye sordu Yaprak. ‘Katil niye bize bir sayı veriyor? Yeni bir şifre mi?’
‘Bu bir şifre, haritada bir yer, bir giriş kodu, bir adres, bir telefon numarasının bir kısmı hatta bir kitap sayfası bile olabilir’ dedi Ateş başını umutsuzca sallayarak.
Herkesin aklından geçeni Ece söyledi. ’81 sayısı tek başına herhangi bir şeyi anlatmak için çok yetersiz.’ İçini çekerek endişeli bir sesle devam etti.
‘Sırada başka cinayetler var.’
Masada şimdi ölümcül bir sessizlik vardı…

5.
İlk konuşan Ateş oldu. ‘Alınlarındaki dövmelerle ilgili bir fikrin var mı?’
‘Hayır’ dedi Bora. ‘ Bildiğim hiçbir şifreleme yöntemine benzemiyor. Biraz araştırmam lazım.’
‘Peki’ dedi Ateş. ‘Sen dövmeleri ve kurbanların hayatını araştır. Doğdukları günden bu yana attıkları her adımı bilmek istiyorum. Özellikle üçünün ortak yönlerine, ortak tanıdıklarına yoğunlaş.’
‘Kurbanların toplumca tanınan kişiler olduğunun farkındasın değil mi?’ diye sordu Ece.
‘Öyle mi?’ diye sordu Ateş. ‘İsimleri bir yerlerden tanıdık geliyor ama…’
Ece gözlerini devirerek anlatmaya koyuldu. ‘İlk kurban, alnında Ş8 yazan Haldun Hayat. İktidar partisinin milletvekillerinden. Toplumda çok saygın bir yeri var.’
‘İkinci kurban, yani V27, Faruk Mert Terzioğlu. Saygın ve tanınmış bir medya patronu. Vergi rekortmeni.’
‘Üçüncü ve son kurban, K14, Doğan Yankı ise ünlü ve güvenilir bir haberci. Yakın zamanda kendi haber programını sunmaya başladı. Kadınların gözdesi.’
‘Hmm. O zaman şu an ortalık yıkılıyor.’ dedi Ateş.
‘Hayır, yıkılmıyor’ diye cevapladı Yaprak. ‘Buraya gelmeden önce haberleri dinlemiştim. Bunların hiçbirinden bahsetmediler.’
‘İyi en azından basın tepemizde olmayacak çünkü bu yüzyılın haberi. Polis bu sefer işini iyi yapmış.’ dedi Ece rahatlayarak.
‘Bora sen çıkıp araştırmalarına başlayabilirsin’ dedi Ateş orada sıkıntıdan patlamak üzere olan Bora’ya. O da kalkıp ağır adımlarla çıktı. Ateş Yaprak’a döndü.
‘Senin görevin olay yerlerini tek tek incelemek. Katil neden buraları seçmiş? Daha sonra da Adli tıbba gidip delilleri incele, otopsileri yapan doktorla konuş ve cesetlere bir de sen bak. Komiser Nihat gerekli izinleri halletsin.’
‘Tamamdır.’ deyip hızla çıktı Yaprak.
‘Sana gelince… dedi Ateş Ece’ye gülümseyerek. ‘Sen benimle bira içmeye geliyorsun.’ Ece şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı.
‘Görevin katilin psikolojik profilini çıkarmak. Bir şeyler içerken düşünebilirsin değil mi? Hadi fırla! Dosyanı kap.’
İstiklal caddesinin heyecanlı ve telaşlı kalabalığını hiç konuşmadan hızlı adımlarla geçtiler ve on beş dakika sonra Nevizade’deydiler. Birer bira söyleyip çalışmaya başladılar.
‘Elimizdeki verilerden başlayalım.’ diye önerdi Ateş.
‘Bu cesetlerde beni rahatsız eden bir şey var.’ diye kıpırdandı Ece onu duymamış gibi.
‘Alınlarındaki dövmeler, olmayan orta parmakları ve çıplak olmaları dışında mı?’ diye sordu Ateş yüzüne düşmüş saçını kulağının arkasına atarken.
‘Evet, bunların dışında!’ dedi Ece düşünceli bir sesle. ‘Cesetler tam bir pişmanlık göstergesi. Katil cesetleri rastgele atıp kaçmamış. Üçünü de özenle yatırmış, sağ ellerini kalplerinin üstüne koymuş. Bunların hepsi suçluluk duyduğunu gösterir. Katil bir zamanlar sevdiği birini defalarca öldürüyor.’
‘Çok mantıklı’ diye yorum yaptı Ateş. ‘Devam et.’
‘Bu kadar yoğun bir pişmanlık yaşayan katiller aslında yakalanmak isterler. Ama kendi istedikleri zamanda, işlerini bitirip tüm mesajlarını verdikten sonra. Bu tür katiller genelde polis kurşunuyla intihar etme eğilimindedirler. Yani aslında 81 sayısı bir adresin parçası olabilir.’
‘O zaman işini bitirmeden onu yakalamamız gerek.’ dedi Ateş.
‘Dahası var.’ dedi Ece heyecanlı bir sesle. ‘Orta parmak cinselliği simgeliyor olabilir. Orta parmaklarını keserek sembolik olarak cinselliklerini yok ediyor. En azından Freud’un böyle söyleyeceğinden eminim.’ dedi gülümseyerek ve devam etti. ‘Yani o bir zamanlar sevdiği kişinin cinsel organını kesmek istiyor aslında. Buradan da o kişinin ona tecavüz ettiği sonucunu çıkarabiliriz.’
‘Hmm’ dedi Ateş düşünceli bir şekilde başını sallayarak. ‘Bu kadar sistematik bir katil kurbanlarını rastgele seçmemiştir. Bu üç kurban da tecavüzcü olabilir. Katil bir şekilde tecavüzcüleri öldürerek ona tecavüz eden kişiden intikam alıyordur.’
Ece başını sallayarak telefona sarıldı. ‘Bora kurbanların özel hayatını, ailelerini ve tanıdıklarını çok ayrıntılı incele. Tecavüzcü olabilirler.’
‘Bu sefer çok az zamanımız var.’ dedi Ateş başını dosyadan kaldırmadan. ‘Cesetlerin bulunması arasındaki süreye bakarsak 1. ve 2. ceset arasında üç gün varken 2. ve 3. ceset arasında iki gün var. Katil gitgide ustalaşıyor ve cesareti artıyor. Bugün ya da yarın yeni bir ceset bulunacak.’
‘Ve biz hala dövmelerin anlamı çözemedik.’ dedi Ece düşünceli bir sesle…


6.
O sırada çalan telefonla hepsi birden irkildiler. Ateş telefonu hemen açtı, başını sallayarak dinletikten sonra ‘Geliyoruz.’ dedi ve kapattı.
‘Yaprak. Son dakika haberi. Yeni ceset bulunmuş. Fındıklı parkında. Popçu Tarık Tay. Orada buluşacağız.’ Ümitsizlikle birbirlerine baktılar ve aynı anda ayağa kalktılar. ‘Artık basın tepemizde. Hepsi ünlü. Baskı korkunç olacak.’ diye başını salladı Ece.
Buldukları ilk taksiye atladılar ve Fındıklı Parkı’nın karşısında onları endişeyle bekleyen Yaprak’la buluştular. ‘Neler buldun?’ diye sordu Ateş.
‘Adli tıp raporlarını ve cesetleri inceledim, doktorla da konuştum. Ne cesetlerde, ne de gönderilen zarflarda kesinlikle hiçbir delil, parmak izi, saç örneği, DNA yok. Katil tüm vücudunu yüzü dahil tamamen kapatmış olmalı. Üç ceset de birbirinin tıpatıp aynısı. Ölüm sebepleri kalbe saplanan bıçak. Sustalıya benziyor. Parmaklar testereyle kesilmiş. Alınlarındaki dövmenin mürekkebi ucuz ve sıradan. Herkes satın alabilir. Kısacası hiçbir ipucu yok.’
‘Olay yerleri?’ diye sordu Ece?
‘Olay yerlerine gidecek zamanı bulamadım. Haberleri görünce hemen buraya geldim ama galiba bu konuda elimde bir ipucu var.’ Çantasından dosyayı çıkarıp olay yeri fotoğraflarını açtı. ‘Üç olay yerini de 360 derecelik açıdan, yani etraflarında tam bir daire çizerek düşünürsek, bir açıda üçünün de manzaraları aynı. Polis fotoğrafları çekerken bunu fark etmemiş olmalı ama katil bunu görmüş, hatta sırf yüzden bu olay yerlerini seçmiş.’
Çabucak boş bir kağıt çıkarıp çizmeye başladı ve bitirdiğinde kağıtta her iki yanında da devasa birer ağaç bulunan bir salıncak ve salıncağın arkasında, ileride bir çarpı işareti vardı.
‘İşte burası cesetlerin bulunduğu yer.’ dedi Yaprak çarpı işaretine parmağını koyarak. ‘Her üç olay yerinde de tam bu açıdan, salıncakların biraz önünden bakıldığında ceset aynı yerde kalır.’
‘Çok iyi iş çıkarmışsın.’ dedi Ateş. ‘Hadi o zaman gidip salıncakların arkasına bakalım.’
‘Tabii önce haberci ordusunu aşabilirsek’ dedi Ece karşı yolu işaret ederek…

7.
Fındıklı Parkı’nın en ucundan sahile doğru yürüyerek olay yerine uzaktan bakan Ateş, Ece ve Yaprak, tam da Yaprak’ın az önce çizdiği manzarayı gördüler.

Salıncağın uzak da olsa iki yanında iki ağaç ve ileride, çimlerin üzerinde, bu açıdan bakıldığında salıncağın tam arkasına denk gelen bir ceset. Katil tam da onların şu an durdukları noktada durup dördüncü cesedi buraya yerleştirmeye karar vermiş olmalıydı.

‘Bu görüntüde bir park katilin çocukluğuna ait bir anı olmalı.’ diye yorum yaptı Yaprak.

‘Katil iyice sınırlarını zorluyor. Gündüz vakti buraya ceset bırakmak büyük cesaret.’ dedi Ece. ‘Mutlaka işini kolaylaştıran bir aracı olmalı.’ diye devam etti Yaprak.

‘Ya da insanların uzak durmasını sağlayan bir üniforması.’ diye ekledi Ateş.

Kaldırıma ve çocuk parkının arkasındaki çimlere konuşlanmış deliler gibi fotoğraf ve video çeken, haber sunan, röportaj almaya çalışan habercilerin yarattığı keşmekeşten uzak durmaya çalışarak, sahil tarafından çocuk parkına ulaşan Ateş, Ece ve Yaprak, onları tanıyıp yanlarına koşan bir kaç haberciyi hiç yokmuşlar gibi davranarak savuşturdu. Ateş, ‘Olay Yeri Girilmez’ yazan sarı şeridin başında bekleyen polislere bu gibi günler için sakladığı eski Polis kimliğini göstererek emin adımlarla şeridi kaldırarak olay yerine girdi, Ece ve Yaprak da onu takip etti.

Komiser Nihat yanında cinayet masasından iki polisle cesedin başında dikilip sigara içiyordu. Ateş’i görünce ‘Flaş flaş flaş!’ dedi endişeli bir sesle. ‘Ünlü Popçu Tarık Tay alnında bir dövme, orta parmağı kesik olarak, kalbinden bıçaklanmış halde Fındıklı Parkı’nda ölü bulundu.’

‘Gündüz saatinde katil buraya bir ceset bırakırken hiç tanık olmadığını söyleme bana.’ dedi Ateş.

‘Var ama işe yaramaz.’ diye cevapladı Komiser Nihat bıkkın bir sesle. ‘Katil tam bir tiyatro oynamış. Görgü tanıkları, türbanlı, iri yarı bir kadının tekerlikli sandalyeyle yaşlı bir adamı ittiğini görmüşler. Ben adamın iyice saklanabilmek için kadın kılığına girdiğini düşünüyorum. Hatta inandırıcı olması için onunla konuşuyormuş. Salıncakların arkasına geldiklerinde bu ağacın altına adamı indirip yaslayarak oturtmuş. Bir şeyler söyledikten sonra gitmiş. Başta kimse bir şeyden şüphelenmemiş.’

‘Yani cesedin sağ eli kalbinde değil miymiş?’ diye sordu Ateş

‘Hayır. Bu sefer değil.’

‘Gündüz olduğu için sahnesini istediği gibi kuramamış.’ diye araya girdi Yaprak. ‘Yine de olay yerinin temel öğeleri önceki cesetlerle birebir aynı.’ Komiser Nihat ona uzun bir bakış attıktan sonra ‘Evet, öyle.’ diye cevaplayıp yeni bir sigara yaktı.

‘Zarftan ne çıktı?’ diye sordu Ece. ‘Henüz zarf gelmedi.’ dedi Komiser Nihat başını sallayarak. ‘Genelde ceset bulunduktan 3-4 saat sonra geliyor.’ Sonra Ateş’e döndü. ‘Olayın içinde artık basın var. Bunun seri cinayet olduğunu henüz bilmiyorlar ama yakında öğrenirler. Baskı büyük olacak. Bu sefer elinizi çok çabuk tutmanız lazım.’

Ateş cevap vermeden cesede doğru yürüdü. Ceset üzerinde katilin dikkat çekmemek için örttüğü kalın bir battaniyeyle, ağaca tuhaf bir açıyla yaslanmış oturuyordu. Battaniyenin kenarından sarkan sağ elinin orta parmağı yoktu, kolu dirseğine kadar kurumuş kanla kaplıydı. Dudakları çektiği inanılmaz acılar sonucu gerilmiş, göz altları morarmış, yüz kemikleri sanki yerinden oynamıştı. Alnındaki dövmede F13 yazıyordu.

‘Bu işi çözmek istiyorsak şu dövmelerin anlamını mutlaka bulmalıyız.’ dedi yanına gelen Ece.

‘Katil gitgide hızlanıyor.’ dedi Ateş. ‘Mutlaka bir hata yapacak.’

‘Büro’ya dönüp yeni bir toplantı yapalım. Bora belki bir şeyler bulmuştur.’ diye önerdi o sırada yere eğilmiş cesedi incelemekte olan Yaprak.

Üçü de hiçbir şey söylemeden haberci ordusunun arasından geçtiler. Kargaşanın ve uğultunun arasından tek duydukları ‘Tarık Tay, cinayet, dövme, F13, ünlü popçu ve dövmeci katil’ kelimeleriydi.

Bu davayı her zamankinden daha hızlı çözmeleri gerekiyordu çünkü basın ona çoktan Dövmeci Katil adını vermişti bile. Adımlarını hızlandırdılar…


8.
Buldukları ilk taksiye atlayıp Büro’ya döndüklerinde hava kararmak üzereydi. Bora’yı da arayıp çağırdılar. Ece uzun bir gece olacağını hissettiği için herkese pizza söyledi ve hepsi Ateş’in odasında, yuvarlak masadaki yerlerini aldılar.
‘Neler buldun?’ dedi Ateş Bora’ya.
‘Yaprak arayıp haber verince son kurbanı da araştırdım. Her dört kurbanında da toplumda ve çevresinde çok saygın bir yeri var. Herkesçe çok seviliyorlar. Haklarında kötü bir şey yazan ya da söyleyen yok. Kısacası kayda değer bir düşmanları yok. Banka hesapları da oldukça yüklü. Mal varlıkları çok fazla. Borçları, alacakları yok. Ufak tefek rüşvetler var ama hesaplarda ciddi bir usulsüzlüğe rastlamadım. Yani cinayetlerin sebebi bir düşmanlık ve para olamaz.’
‘Devam et.’ dedi Ece cesaret verircesine.
‘Ama herkesin kirli sırları vardır.’ diye gülümseyerek devam etti Bora. ‘Senin ‘tecavüzcü olabilirler’ telefonundan sonra internet hesaplarını biraz daha kurcaladım. Bilgisayarları banka hesapları kadar temiz değildi. Her dört kurban da gigabytelarca porno film, resim ve video indirmiş. Üstelik çoğu çocuk pornosu. Ayrıca kurbanların çocuklukları, okul yaşantıları da sorunlu görünüyor. Hiçbirinin normal davranışları yok. Çocukken taciz ya da tecavüze uğramış olma ihtimalleri yüksek.’
Sanki masaya bir bomba düşmüştü. Hepsi şaşkınlıkla birbirlerine baktılar.
İlk konuşan Ece oldu. ‘İşte bu profili mükemmel şekilde tamamlar.’
‘Nasıl?’ diye sordu Ateş. Hepsi heyecanla Ece’ye baktılar.
‘Kurbanların hepsi pedofil. Yani halk arasındaki adıyla sübyancı. Katil toplumu onlardan temizlemeye çalışıyor. ‘Misyoner seri katil’ tiplemesine çok uygun. Aynı zamanda hem intikam almaya, hem de çektiği acıları başkalarını da çekmesini engellemeye çalışıyor.’
Herkes gözlerini kısarak ona bakınca Ece daha ayrıntılı bir açıklamaya girişti.
‘Daha önce elimizdeki verilerden dört sonuca ulaşmıştım. Katilin kurbanların ellerini kalbine koymasından çok sevdiği birinin yerine onları öldürmüş olması, sonradan büyük bir pişmanlık ve suçluluk duyup polise şifrelerle bulunduğu yeri anlatmaya çalışması, orta parmaklarını kesmesinden cinselliğe gönderme yapıp tecavüze uğramış olma ihtimali ve son olarak da, buradan hareketle kurbanların da tecavüzcü olma ihtimali.’
‘Oldukça mantıklı.’ diye mırıldandı Yaprak. Ece devam etti.
‘Şimdi elimde iki bulgu daha var. Yaprak’ın olay yerlerine bakış açısıyla ortaya çıkardığımız çocuk parkı ve şimdi de kurbanların internet hesapları. Bu her iki veri de az önce anlattığım dört teoriyi kanıtlar ve yeni bir sonuca yol açar: Katil kesinlikle çok sevdiği biri tarafından çocukluğunda tecavüze uğramış. Kurbanları 40-55 yaşları arasında olduğunu düşünürsek yüksek ihtimalle bu kişi babası. Kurbanları babasıyla özdeşleştiriyor. Buradan da katilin 20-35 yaşları arasında olduğu sonucunu çıkarabiliriz.’
‘Ama peki katil niye o zaman babasını öldürüp intikamını direkt almıyor? Bunca zahmet niye?’ diye herkesin aklına soruyu dile getirdi Yaprak.
Ece tam cevaplamak için ağzını açmışken aniden çalan kapının sesiyle hepsi irkildi…

9.
‘Pizza.’ diyerek ayağa kalktı Yaprak ve alt kata indi. Bir-iki dakika sonra ise bembeyaz bir yüzle ve elinde bir zarfla yukarı çıktı.
‘Yeni şifre.’ dedi Ateş soğukkanlılıkla. ‘Olaya dahil olduğumuzu haberlerde görmüş olmalı. Polise güvenmiyor. Yerini bizim bulacağımızdan emin olduğu için bu seferki şifreyi bize gönderdi.’
‘Kendini öldürtmeye kararlı.’ dedi Ece kaşlarını çatarak.
‘Yani iki dakika önce kapımızda bir seri katil mi vardı?’ diye sordu Yaprak gözlerini kocaman açarak.
‘Orta yaşlı bir pedofil değilsen sorun yok.’ diye gülümsedi Ece. ‘Sakin ol, katilin derdi bizimle değil, babasıyla.’
Bora uzanıp zarfı Yaprak’ın elinden aldı ve açıp içindeki kağıdı çıkardı. ‘Yine önceki şifre sistemiyle göndermiş. Bu seferki kelime ‘ikinci’. 81 ve 2. Bir adres olması muhtemel.’
Sırt çantasından bir tablet bilgisayar çıkarıp araştırmaya başladı. Tekrar çalan kapı ziliyle, Yaprak belinden 45′lik Colt’unu çıkarıp eline aldı ve hızla aşağı indi. Birazdan geldiğinde elinde dört kutu pizza vardı.
On dakikalık bir yemek arasından sonra Yaprak’a dönen Ece, ‘Senin soruna gelince,’ dedi ‘katil babasını öldürmüyor çünkü babası ya ulaşamayacağı kadar uzakta ya da zaten ölmüş.’
‘Bu da bizim tetikleyicimiz, yani katilin cinayet işlemeye başlama nedeni olabilir.’ dedi Ateş gözleri parlayarak. ‘Çocukluğunda babası tarafından tecavüze uğramış olan katil, bunu zamanla bilinçaltına gömüp bir şekilde hayatına devam etmiştir. Ama bir gün babası ölünce, gömdüğü olay tekrar canlanmış, babasıyla bir iç hesaplaşmaya girişmiştir.’
‘Kesinlikle doğru. Babasından alamadığı intikamı ona çok benzeyen başkalarından alıyor.’ dedi Ece. ‘Ama buardaki soru şu. Bu kurbanları nereden buldu?’
‘Demek ki katil kurbanların yakın çevresinden biri ve bir şekilde onlardan şüpheleniyor.’
‘Bilgisayarlarla arası iyiyse benim yaptığım gibi bulmuş olabilir.’ diye söze girdi Bora. ‘Aslında bu kurbanları araştırırken onlarla ortak yönü çok olan, aynı yaşlarda birine daha rastladım. Benzer bir sosyal çevre, benzer zenginlik ve saygınlık, benzer bilgisayar dosyaları, aynı sapıklık ama adam iki hafta önce ölmüş. Ünlü iş adamı Ali Ziya Çeliker. Çeliker Holding’in sahibi.’ dedi Bora.
‘Sanırım babasını bulduk.’ diye fısıldadı Ateş heyecanla ayağa kalkarak.


10.
‘Adamın çocuklarını araştır hemen.’ dedi Ece Bora’ya ve kalkıp kahve suyu koydu. Ateş odada ileri geri yürüyor, Yaprak da ellerini ovuşturarak pür dikkat Bora’yı izliyordu. Ece herkese kahvelerini dağıttı. Uzun bir sessizlikten sonra ‘Bir şeyler buldum.’ dedi Bora.

‘Ali Ziya Çeliker’in iki çocuğu var. Erdem Çeliker ve Sude Çeliker. Erdem Çeliker 30 yaşında. Liseyi Amerika’da okumuş ve bir daha da dönmemiş. Tüm uçuşları, ülkeye giriş çıkışları inceledim. Sahte bir pasaportu yoksa eğer, son 5 yıldır Türkiye’ye hiç giriş yapmamış. Amerika’da da hiçbir okulda ve iş yerinde kaydı yok. Baba parası yiyerek serserilik yapıyor olmalı.’

‘Ama bu işi yapan o olmalı.’ diye itiraz etti Yaprak. ‘Kadın seri katiller çok enderdir ve bir kadının bütün o kurbanları taşımaya gücünün yetmesini aklım almıyor.’ Destek bekler gibi Ece’ye baktı.

‘Haklısın düşük bir ihtimal ama imkansız değil.’ dedi Ece. ‘Çoğunlukla tecavüze uğrayan erkekler karşı tarafı cezalandırır. Kadınlar ise, eğer üstesinden gelemezlerse uyuşturucu kullanarak ya da fahişelik yaparak kendilerini cezalandırır.’ dedi Ece arkasına yaslanarak. ‘Şu Sude Çeliker’i bir dinleyelim bakalım.’

Bora kahvesinden büyük bir yudum alıp devam etti.

‘Sude Çeliker ise İstanbul’da, Arnavutköy’de anne ve babasıyla yaşıyormuş. 26 yaşında. Ekonomi bölümünü bitirmiş, babasının şirketinde çalışıyor. Başarılı ve zeki bir kız. Hatta lisede satranç şampiyonuymuş.’

‘Satranç…’ dedi Yaprak gözlerini kısarak. ‘Kesinlikle…’ dedi Bora. Aynı anda aynı şeyi düşünmüşçesine birbirlerine bakıp başlarını salladılar.

‘Dövmelerin sırrı çözülmüştür.’ dedi Yaprak, Ece ve Ateş’e gülümseyerek.

‘Anlat’ dedi Ateş sabırsız bir sesle.

‘Kurbanların alınlarındaki o dövmeler satranç taşları.’ dedi Yaprak heyecanla. ‘İlk cinayet Ş8, yani Şah8. Şah’ın satranç tahtasındaki maksimum hamle sayısı 8′dir. Ne yöne olursa olsun, tek kare ilerleyebildiği için toplam 8 hamle yapabilir. Vezir 27 hamle, Kale 14 hamle ve son kurban popçu Tarık Tay’daki dövme de F13, yani Fil’in yaptığı 13 hamle.’

‘İlk kurban, şah, bir milletvekiliydi. İkincisi, vezir, bir medya patronuydu, üçüncü kurban, kale, bir tv programcısı, son kurban, yani fil de popçuydu.’ diye söze girdi Bora. ‘Katil kurbanları kendince, önem sıralarına göre güçlü taştan güçsüze doğru dizmiş.’

‘Ve bize kurbanların gizli kalmış tecavüzlerini ve pedofili eğilimlerini anlatmak için en iyi bildiği şeyi, satrancı kullanarak mesaj vermeye çalışmış. Üstüne üstlük, bu dövmelerin altında bile ‘beni bulun’ çığlığı yatıyor.’ diye tamamladı Ece üzüntülü bir sesle.

‘Pichushkin…’ diye mırıldandı Bora. Herkesin meraklı bakışlarını fark edince açıklamaya koyuldu. ‘Rus seri katil. Bir satranç tahtasını cinayet işleyerek doldurmaya çalışırken 61. cinayetinde yakalandı.’

‘Kopya cinayet mi?’ diye sordu Ateş.

‘Sanmam.’ diye cevapladı Bora kısa bir süre düşündükten sonra. ‘Benzerlik tesadüfi olmalı. Katilin pişmanlığı, suçluluğu ve yakalanma arzusu çok yoğun. O kadar sabredemez. Taşları tamamlayınca bitecek.’

O zaman işleyeceği iki cinayet daha var.’ dedi Ateş. ‘A8 ve P1, at ve piyon.’


11.
‘Hemen adresini bul, Bora.’ dedi Ece. ‘Şu an elinde bir kurban olabilir.’

Bora ‘Adresin yarısını zaten zarflarda gönderdiği şifrelerle bize vermişti. 81 ve 2. Bunu Sude Çeliker’in Arnavutköy’deki adresiyle karşılaştırırsak… tutmuyor, hiç bir şekilde uymuyor.’ dedi. ‘Şaşırtıcı değil.’ diye devam etti bir süre sonra. ‘Kurbanlara o kadar işkenceyi ailesinin evinde yapamaz. Mutlaka kendine ait, uzak ve ıssız bir yerde bir evi olmalı.’

O sırada Ateş’in telefonu çaldı. Telefonu açtı ve ‘Dur tahmin edeyim. Kurbanın alnında A8 yazıyor.’ dedi alaycı bir sesle. Arayan Komiser Nihat’tı ve o anda telefonun diğer ucunda şok geçiriyordu. ‘Nasıl bildiğimi boş ver.’ diye devam etti Ateş. ‘Çok yaklaştık, hazırlanın. Bu gece gidip katili alacağız. Haber bekleyin.’ deyip telefonu her zaman yaptığı gibi komiserin yüzüne kapattı.

‘Cesetlerin enselerinde ne olduğunu çözemediğim küçük delikler vardı.’ dedi Yaprak aniden, Ece’ye dönerek. ‘Katil kurbanlarını elektrik tabancasıyla kaçırıyor olmalı. Taşımak için de tekerlekli sandalye kullanıyor. Ayrıca Tarık Tay cinayetinde tanıklar iri-yarı bir kadının tekerlekli bir sandalyeyi ittiğini gördüklerini söylemişler. Biz katilin kadın kılığına girdiğini varsaymıştık ama yanılmışız. Katil güçlü kuvvetli bir kadınmış. Sude Çeliker kesinlikle baş şüphelimiz.’

‘Haklısın.’ diye onayladı Ece bir gözü Bora’da.

‘Belgrad Ormanı’na gidiyorsunuz.’ dedi Bora bir iki dakika sonra. ‘Sude Çeliker babasının ölümünden 1 hafta sonra Bahçeköy’de 81 numaralı sokakta 2 no’lu apartmanın bodrum katını satın almış. Bundan sonraki iki cinayetin zarfta gelen şifreleri büyük ihtimalle bu bodrumu anlatan ‘eksi bir’ gibi bir şeyler olacaktı.’

Parmağını bilgisayarın üzerinde oynatıp devam etti. ‘Kredi kartlarında mobilya ya da beyaz eşya gibi bir harcama yok. Yani burası yaşamak için değil, öldürmek için satın alınmış. İşte size kesik parmakları bulabileceğiniz gerçek bir olay yeri.’

‘Ece hazırlan. Gidiyoruz.’ diye ayağa kalktı Ateş. ‘Belki elindeki kurbanı ölmeden kurtarırız.’ İkisi de silahlarını kontrol edip, kurşun-geçirmez yeleklerini giydiler ve endişeli gözlerle onları izleyen Yaprak ve Bora’yı geride bırakıp koşar adım çıktılar…


12.
Odakule’ye doğru sessizce ve hızlı adımlarla yürürken Ateş Komiser Nihat’ı aradı ve adresi verdi. Otoparktan Ateş’in arabasını aldılar ve Ece sürücü koltuğuna oturdu, hırsla gaza bastı.
Bahçeköy 81. sokağa vardıklarında, arabayı 2. apartmanın karşısına park ettiler. İçeride elle tutulur bir gerginlik vardı. Arabadan inip karanlık kaldırımda beklemeye başladılar. Birazdan sessizce yaklaşan iki polis arabası gelip arkalarına park etti.
Komiser Nihat hemen inip yanlarına geldi. Sigarasını yere atıp ‘Başlıyoruz.’ dedi gergin bir sesle. ‘Önce ‘teslim ol’ çağrısı yapacağız.’
‘Hayır.’ diye itiraz etti Ateş. ‘Elinde kurban olabilir.’
‘Bize bir şans verirseniz içerideki kurbanı kurtarabiliriz.’ dedi Ece arabaya yaslanırken.
Komiser Nihat derin bir nefes alıp yeni bir sigara yaktı. ‘Pekala.’ dedi ikisini de süzerek. ‘Baştan beri bu olayı nasıl çözdüğünüzü anlamadım ama şu an size güvenmekten başka çarem yok. Dediğiniz gibi olsun. Baskın yapacağız.’ Hızla arkasını dönüp polis ekibinin yanına gitti.
Beş dakika sonra Ateş ve Ece, dört kişilik bir polis ekibi ile birlikte eski ve rutubetli apartmanın köhne merdivenlerini sessizce iniyorlardı. Bodrum dairesinin kapısına vardıklarında polislerden biri eğilip bir çubuk ve bir telle kapıyı çabucak açtı.
İçeriden hafif bir vızıltı ve boğuk sesler geliyordu. ‘Testere’ diye fısıldadı Ateş ve hızla küçük ve boş salonu geçip sesin geldiği odaya girdiler.
Gördükleri manzara karşısında ise kanları dondu…


13.
Bomboş odanın tam ortasında, tavandan sarkan sarı ışığın altında, orta yaşlı, elleri ve ayakları zincirlenmiş, başı demir bir mengene içinde, ağzı bantlanmış, çırılçıplak, yarı baygın bir adam demir bir sandalyeye yığılmış halde oturuyordu.

Önünde, elinde elektrikli, kırmızı bir testereyle, şaşkın ve yıkılmış gözlerle, çok uzun boylu, iri yarı, kar maskeli simsiyah bir figür tehditkar bir tavırla dikiliyordu.

Ece silahını yerine sokup ellerini kaldırarak bir adım öne çıktı.

‘Olanlar senin suçun değildi Sude.’ dedi yumuşacık bir sesle. ‘Sen küçücük bir çocuktun. Engelleyemezdin.’

Bir an katilin bakışları yumuşadı ama sonra aniden  bir adım geri çekilerek elektrikli testereyi kaldırıp kendi boğazına dayadı. ‘Geri çekilmezseniz üstünüzden benim kanımı temizlemek zorunda kalırsınız.’ dedi soğukkanlılıkla.

Ece sakince gülümseyerek ‘Bu hiçbir şeyi çözmez.’ dedi. ‘Ne yaparsan yap, tüm dünyayı da yok etsen geçmişini değiştiremezsin. Kabullenip yoluna devam etmek zorundasın.’

Sude Çeliker sesini çıkarmadan ifadesiz bir yüzle Ece’ye bakıyordu. Bundan cesaret alan Ece yavaş ve küçük bir adım atarak devam etti.

‘Evet, onlar tecavüzcü ve sübyancıydı. Belki ölmeyi hak ediyorlardı ama kendini bir de bu yükün altına sokmaya değer miydi? Sen özünde yumuşak kalpli bir insansın. Pişmanlık ve suçluluk duyduğunu biliyorum. Hadi şimdi, o testereyi bırak ve en azından bu hataya bir son ver.’

Sude elindeki testereyi Ece’nin gözlerinin içine bakarak yere attı, maskesini başından sıyırıp attı ve diz çöküp yere, kurumuş kanların üzerine kapandı ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Simsiyah, zuzun saçları yerdeki kan gölcüğünde yüzüyordu.

Hemen koşan polislerden ikisi kurbanı çözmeye, ikisi de Sude’yi kaldırıp kelepçelemeye koyuldu.

Ece duvara yaslanıp derin bir oh çekti. ‘İyi işti.’ dedi Ateş. Ece sadece başını sallamakla yetindi. Odadan çıkarken gözleri karşı duvara takıldı.

Ahşap bir rafta, ikisi boş altı kavanoz vardı. Geri kalan dört kavanozda ise bulanık bir sıvının içinde yüzen parmaklar…

Ertesi gün Ateş, Ece, Bora ve Yaprak Nevizade’de rakı-balık eşliğinde çene çalarken ve Ateş çalan telefonunu yedinci kez duymazdan gelirken; tüm gazeteler, televizyonlar, sosyal medya ve sokaktan geçen insanlar hararetle kadın bir seri katilden bahsediyordu…


– Son –